Daha laciverte, daha laciverte!
Dağlara sevdalı deniz kızının hikayesinin başlangıcı saklıdır bu istekte.
Ekin Ceren yaşamlarımıza o kocaman gülüşünü bırakıp gittiğinden beri
açık bir yaraya tuz basmak gibidir onu anmak. Boğazınıza takılan
söylenmeyen sözlerde saklı kalır anılar, anlam. Hep mutlaka eksik
kalacak hissidir daha yazmaya başladığınızda sizi etkisi altına alan
düşünce. Kısa yaşamına sığdırdığı binlerce güzelliği paylaşmaktır ki
dert, yükü omuzlarınızda ağır bir vebal.
Gelmesini istemediğiniz takvim yapraklarıyla savaşınızda baştan
kaybetmişsinizdir ve zamanın her şeye iyi geldiği falan da koca bir
yalandır eğer kanıyorsa her daim yara. "Ekin şehit düşmüş" sözüyle
kararan, 31 Mayıs böyle lanetli bir gündür işte, zamana karşı verdiğim
savaşta sürekli yenilgi hali ile…
Ankara’nın gri betonlarına inat bir gülüştür Ekin Ceren sevdiklerine, ailesine, yoldaşlarına. Bir fakülte bahçesinde başlayan arkadaşlığımız O’nun yokluğuna veda edememe halidir ki, hala iki kişilik yaşadığım. Bir yaşam enerjisinin, bitmeyen merakın, dostluğun, mütevazılığın ve cesaretin tanımıdır Ekin’in belleklerimizdeki yeri. Yeni tanışmamışsınızdır onunla hep yaşamınızda varmışçasına sarar sizi daha ilk anda ve hep var olacağının işaretidir bu aynı zamanda.
Tanıklığımız önemliydi çünkü duyduğumuz, okuduğumuz, bildiğimiz, uğruna mücadeleye girdiğimiz topraklarda olmak, hissetmek aslında, içinde olmak gerçeğin ta kendisiydi bizim için. Mardin’de zafer işareti yapan, Hasankeyf’te tarihine sahip çıkan çocuklara, Batman’da yürüdüğü her sokakta şehidi olduğunu bildiği için hem mağrur hem direngen insanların inançlarına güvenmek, anlamdı aslında. Barış annesinin hayat hikâyesini dinleyip bunlara nasıl dayanabilir ki bir insan diyebilmekti. Otobüste kimlik sorgusu için her durdurulduğunda yahu burası benim memleketim ne oluyor diyerek sinir olmaktı aslında. Ekin bunları dolu dolu yaşadı yolculuk boyunca. Kimi zaman sövdü ‘yüce devletimize’, kimi zaman merakla açtı kocaman gözlerini ve kimi zaman da sevgiyle kucakladı o küçük bedenleri.
Bazı insanlar vardır ya hani söylediği ve yaptığı arasında hiçbir zaman tutarsızlık bulamazsınız öyle bir kararlaşmaydı yaşadığı. Anadilde eğitim kampanyası hız kazandıkça paralel olarak devlet baskısının sürekli arttığı bir dönemde takip yemiş, anne babası da o gece Ekin’i bir akrabalarına göndermiştir. Geç bir saat olunca da ev sahibi doğal olarak ne oldu sorusunu yöneltmiş, Ekin "Anadilde eğitim kampanyası yürütüyorduk ya biraz sıkıntı yarattı" deyince ev sahibi "nasıl yani kızım zaten sen anadilinde eğitim görmüyor musun?" cevabıyla kahkahaları koyuvermiştir. Kendini o kadar bizden hissetmiştir ki çalışmalarla beraber o çok düzgün olan Türkçesi bozuluvermiş, şivesi değişivermiştir. Artık soru cümlelerinin takıları yerine vurguyla ifade eden cümleler onun dilinde de hayat bulmuştur. "sen gelecek misin?" yerine "sen gelecen?" "gidecek misin?" yerine "gidecen?" gibi ailesinin kızım ne oldu senin Türkçene esprilerine maruz kalmıştır.
Çalışkanlığı, enerjisi, sadeliğiyle nereye giderse gitsin kolayca kabullenilmesine bir gönül köprüsü kurmasına fırsat sağlıyordu. Çalışmalardaki her işe gönüllü katılımı moral veriyor ve birlikte çalışma isteğini de artırıyordu. Parti çalışmalarında afiş, pankart hazırlamaktan ‘yani bir gün partiden ayrılırsak işsiz kalmayız valla bir tabelacı da hemen iş buluruz ‘ diyordu ki Avrupa’daki çalışmalarda da pankart hazırladığını telefonda gülerek anlattığında ‘yine terfi alamadık’ esprisiyle kilometrelere inat güldürmüştü bizi yine.
Ankara Emniyeti’nin iki eylemde gördüğü herkesi gözaltına alma huyu nedeniyle bir süre sonra partinin legal eylemlerine katılmaktan(8 Mart, Newroz gibi) dolayı gözaltına alınmış ve Ulucanlar Cezaevi’nde iki ay gibi bir süre tutuklu kalmıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra da hiç ara vermeden çalışmalara kaldığı yerden devam etmiş, kararlılığını dosta düşmana bir kez daha göstermiştir.
Artık kararlaşmasında bir adım daha yol almak ve ülkeye gitmek istemektedir. İlk girişimi ajanlaşmış bir unsur nedeniyle başarısız olmuş ve Ankara’da kalma koşulları tamamen yok olmuştur. Yaşadığı sürecin zorluklarıyla beraber kendini Avrupa’nın o hiçbir zaman sevemeyeceği soğukluğunda bulmuştur. Kısa bir süre sonra yeniden çalışmalar içinde yer almış ve dört yıl kaldığı Avrupa’da her gün ülkeye gitmekten bahsetmiştir. Şehit Savaş’ın ölüm haberini alması da bir an önce dağlara gitmeyi ve diğer yoldaşlarına özlemle sarılma istemini de artırmıştır. Dağlar bırakılan emaneti sahiplenmek, arkadaşlarına duyduğu özlemi gidermek, verdiği sözleri tutmaktır. Dağlar O’nun için özgürlüğe olan tutku, vazgeçemediği sevdası gibidir artık.
Gitmek fikrini iyice kafasına yerleştirmiştir. Hazırlıklarını tamamlamış gidişini ayarlamıştı. Yeni bir durumla karşı karşıyaysa, istediği bir şey gerçekleşiyorsa, önem verdiği bir durum varsa mutlu bir panik havası gelirdi üstüne ya, yerinde duramaz herkesle paylaşmak ve herkesi o enerjinin içine çekmek isterdi. Gidiş hazırlıkları da öyle panik mutluluk tadında. Telefon açtı gittiği gün, herkese veda etme derdi de vardı ya öyle çok uzun bir görüşmemiz olamadı. Bütün arkadaşlarına tek tek selam söyleyip, "Annem babam size emanet, dikkat edin onlara" deyip kapamıştı telefonu. Bu görüşme son görüşmemiz oldu mutlu ve kekremsi. Onun ki istediği şeye kavuşmanın verdiği mutluluktu, benimkiyse ‘gitmek’ kelimesinde saklı olan o herşeyi düşünmenin de getirdiği buruk bir mutluluk.
Onu orada düşledim ilk gittiği zamanlarda panik hallerini, merak hallerini, sevdasına kavuşmuş mutlu hallerini. Bir ateşin başında söylemeye çalıştığı bir Kürtçe şarkıya eşlik ederken dönüp bana baktığı gibi yanında duran arkadaşın da ona gülüp gülmediğini kontrol eden hallerini. Nujin’le buluştukları anı başından geçen her şeyi tek tek anlatma çabasını, herkesi bir an önce tanıma isteğini, cin yumurtası halleriyle kişileri değerlendirdiği ve doğruluğu teyit edilince yüzündeki mutlu ifadeyi ve daha birçok şeyi…
Ankara’nın gri betonlarına inat bir gülüştür Ekin Ceren sevdiklerine, ailesine, yoldaşlarına. Bir fakülte bahçesinde başlayan arkadaşlığımız O’nun yokluğuna veda edememe halidir ki, hala iki kişilik yaşadığım. Bir yaşam enerjisinin, bitmeyen merakın, dostluğun, mütevazılığın ve cesaretin tanımıdır Ekin’in belleklerimizdeki yeri. Yeni tanışmamışsınızdır onunla hep yaşamınızda varmışçasına sarar sizi daha ilk anda ve hep var olacağının işaretidir bu aynı zamanda.
Sevgili Hülya Teyze ve Nusret Buba’nın tek çocuklarıdır Ekin. 12 Eylül
sonrası doğan diğer yaşıtlarından farklı olarak sisteme muhalif,
haksızlıklara göz yummayan, eylem sever ve oldukça duyarlı bir yapıya
sahiptir. Güzelliğinden bahsetmemek ise çirkin sevindirir ancak.
Yüzündeki duruluk ve sevimlilik insanın içi nasılsa dışı da öyledir
lafını doğrular sanırım. Lisede başlayan siyasal mücadele yer edinme
derdi Genç Kurtuluş ekibiyle birlikte hareket etmesiyle hız kazanır.
Kürt sorununa duyarlılığı, kardeş halkın yanı başında uğradığı
haksızlıklara göz yummamasını da beraberinde getirmiş ve üniversite
ikinci sınıftan itibaren yurtsever öğrenci yapılanmasında yerini
almıştır. 1999 Uluslararası Komplosunun yaşandığı döneme denk gelen bir
dönemdir ki cesaretle tüm çalışmalarda gönüllü olarak yer alıp,
kararlaşmasını daha o ilk zamanlarında sağlamıştır.
Üniversite dönemi bol soruşturmalı, koşuşturmacalı geçmişti. Fakülte
içinde ve dışında yapılan eylem ve etkinliklerden dolayı adı hemen hemen
tüm soruşturma listelerinde yer alırdı. Bu durumla dalga geçer "acaba
top 10 listesinde kaçıncıyım, liste başını kime kaptırdım" der durumunu
öğrenmeye giderdi.
Kadın Özgürlük Mücadelesinin ivme kazandığı bir dönemde bu çalışmanın
içinde yer alma arzusu ile HADEP Kadın Kolları’nda aktif çalışmaya
başlamıştır bile. Kadın manifestosu yayınlandığı andan itibaren satır
satır okumuş ve tartışmalara katılarak cins bilincini geliştirmek için
çaba sarf etmişti. Parti kadın çalışmalarının temel dinamiği olan
mahalle çalışmalarından hiç geri durmamış halk gerçekliği ile yüzleşmek
için bu çalışmalara gönüllü olmuştur. Arjin Artos, Ekin’le yaptığı ilk
mahalle ziyaretini ise şöyle anlatır: "Amara arkadaşın yetiştiği sosyal
çevre sınıfsal olarak farklıydı. Gecekondu mahallerine belki de hiç
gitmek zorunda kalmamıştı, böyle bir sosyal çevresi yoktu. İlk kitle
çalışmasına birlikte çıkacaktık. Onun halk karşısındaki yaklaşımı benim
için bir merak konusuydu. Şehrin kalabalığından uzaklaşıp gecekondu
mahallelerine yaklaştıkça heyecanını hissediyordum. Evlerde dolaştıkça
onu izledim; gözleri ışıldadı, elleri binlerce yıllık yakınlıkla değdi
çocukların başına, meraklı meraklı anlamadığı dili konuşan kadınların
yüzüne gülümserken. İçinde taşıdığı coşkulu umut dolu yüreği bütün
sınırları aşıyor, herkesin içindeki yüreğe ulaşıyordu."
Dört elle sarıldığı mücadelesinde durmak nedir bilmiyordu. Sabah
fakülteye, dersi yoksa partiye, eylem varsa eyleme sürekli bir
dinamizmdi, hayat dursa eksik kalacakmışçasına. O’nu özel kılan şey ise
sanırım çocuk hayallerinin kendisini terk etmesine izin vermeyişinde
gizliydi. Tez canlılığı, dupduru olan fikirleri, merak dolu sorularıyla
içimizdeki umuttu biraz da. Cin yumurtası derdim ona o muzır gülüşünün
altında şifrelediği yeni bir şey olduğunu hissettirdiğinde. Saatlerce
hiç bıkmadan usanmadan konuşabilir ‘hımm yine mi çok konuştum?’ diyerek
kendi durumuna bizden çok gülerdi. Ekin’le aynı odada uyumak bazen bir
komediye dönüşürdü. Aklına hep ama hep yeni bir şey gelirdi, şöyle mi
yapsak böyle mi yapsak derken sabahı bulurduk bazen. Sabah
kahvaltılarımız ise beklediğimiz anmış gibi bir kilo patates
kızartmasını zevkle götürdüğümüz zamanlardı. Paylaşımcı yanı hani şu
değme bir söz vardır ya ‘yârin yanağından gayrı’ diye işte tam da öyle
bir şeydi. Özel mülkiyet diye bir kavram yoktu hayatında ve bunu o kadar
içten sağlardı ki biz olma duygusunu çok rahat yaşardınız Ekin’le. Ve
bundan dolayıdır ki yokluğuyla kalbinizin bir yanı sökülmüştür adeta.
Birlikte Kürdistan’a bir geziye çıkmaya karar vermiştik. Diyarbakır,
Mardin, Urfa, Batman ve gidebileceğimiz diğer şehirleri planlamıştık. Bu
yolculuğun farklı anlamları vardı bizim için; bir kere
Amed’igöreceğimiz için çok heyecanlıydık. Direnişin başkenti olan şehri
tanımak, surlarında yürümek, kırık kültürüyle tanışacağımız Dağkapı,
Sur gibi semtlerinde dolaşmak, direniş sokaklarını adımlamak ve Mazlum
Doğan’ın Anıtını dikmek istediğimiz meydanını görmek… Fis Köyü’nü görüp
mücadele bu küçücük köyde mi başlamış deyip milyonlara ulaşmasını
düşünmek. Hasankeyf’e gidip tarihe tanıklık etmek, Mardin’in küçük dar
sokaklarında yürüyüp medeniyetlere ev sahipliği yapmış kenti solumak,
belki bir umut Amara’yı görmek umuduyla Urfa’ya gitmek. Batman’da
Hizbullah’ın neredeyse her sokağında katlettiği yoldaşlarımıza merak
etmeyin halkınız sizi hiç unutmayacak demek.Tanıklığımız önemliydi çünkü duyduğumuz, okuduğumuz, bildiğimiz, uğruna mücadeleye girdiğimiz topraklarda olmak, hissetmek aslında, içinde olmak gerçeğin ta kendisiydi bizim için. Mardin’de zafer işareti yapan, Hasankeyf’te tarihine sahip çıkan çocuklara, Batman’da yürüdüğü her sokakta şehidi olduğunu bildiği için hem mağrur hem direngen insanların inançlarına güvenmek, anlamdı aslında. Barış annesinin hayat hikâyesini dinleyip bunlara nasıl dayanabilir ki bir insan diyebilmekti. Otobüste kimlik sorgusu için her durdurulduğunda yahu burası benim memleketim ne oluyor diyerek sinir olmaktı aslında. Ekin bunları dolu dolu yaşadı yolculuk boyunca. Kimi zaman sövdü ‘yüce devletimize’, kimi zaman merakla açtı kocaman gözlerini ve kimi zaman da sevgiyle kucakladı o küçük bedenleri.
Bazı insanlar vardır ya hani söylediği ve yaptığı arasında hiçbir zaman tutarsızlık bulamazsınız öyle bir kararlaşmaydı yaşadığı. Anadilde eğitim kampanyası hız kazandıkça paralel olarak devlet baskısının sürekli arttığı bir dönemde takip yemiş, anne babası da o gece Ekin’i bir akrabalarına göndermiştir. Geç bir saat olunca da ev sahibi doğal olarak ne oldu sorusunu yöneltmiş, Ekin "Anadilde eğitim kampanyası yürütüyorduk ya biraz sıkıntı yarattı" deyince ev sahibi "nasıl yani kızım zaten sen anadilinde eğitim görmüyor musun?" cevabıyla kahkahaları koyuvermiştir. Kendini o kadar bizden hissetmiştir ki çalışmalarla beraber o çok düzgün olan Türkçesi bozuluvermiş, şivesi değişivermiştir. Artık soru cümlelerinin takıları yerine vurguyla ifade eden cümleler onun dilinde de hayat bulmuştur. "sen gelecek misin?" yerine "sen gelecen?" "gidecek misin?" yerine "gidecen?" gibi ailesinin kızım ne oldu senin Türkçene esprilerine maruz kalmıştır.
Çalışkanlığı, enerjisi, sadeliğiyle nereye giderse gitsin kolayca kabullenilmesine bir gönül köprüsü kurmasına fırsat sağlıyordu. Çalışmalardaki her işe gönüllü katılımı moral veriyor ve birlikte çalışma isteğini de artırıyordu. Parti çalışmalarında afiş, pankart hazırlamaktan ‘yani bir gün partiden ayrılırsak işsiz kalmayız valla bir tabelacı da hemen iş buluruz ‘ diyordu ki Avrupa’daki çalışmalarda da pankart hazırladığını telefonda gülerek anlattığında ‘yine terfi alamadık’ esprisiyle kilometrelere inat güldürmüştü bizi yine.
Ankara Emniyeti’nin iki eylemde gördüğü herkesi gözaltına alma huyu nedeniyle bir süre sonra partinin legal eylemlerine katılmaktan(8 Mart, Newroz gibi) dolayı gözaltına alınmış ve Ulucanlar Cezaevi’nde iki ay gibi bir süre tutuklu kalmıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra da hiç ara vermeden çalışmalara kaldığı yerden devam etmiş, kararlılığını dosta düşmana bir kez daha göstermiştir.
Artık kararlaşmasında bir adım daha yol almak ve ülkeye gitmek istemektedir. İlk girişimi ajanlaşmış bir unsur nedeniyle başarısız olmuş ve Ankara’da kalma koşulları tamamen yok olmuştur. Yaşadığı sürecin zorluklarıyla beraber kendini Avrupa’nın o hiçbir zaman sevemeyeceği soğukluğunda bulmuştur. Kısa bir süre sonra yeniden çalışmalar içinde yer almış ve dört yıl kaldığı Avrupa’da her gün ülkeye gitmekten bahsetmiştir. Şehit Savaş’ın ölüm haberini alması da bir an önce dağlara gitmeyi ve diğer yoldaşlarına özlemle sarılma istemini de artırmıştır. Dağlar bırakılan emaneti sahiplenmek, arkadaşlarına duyduğu özlemi gidermek, verdiği sözleri tutmaktır. Dağlar O’nun için özgürlüğe olan tutku, vazgeçemediği sevdası gibidir artık.
Gitmek fikrini iyice kafasına yerleştirmiştir. Hazırlıklarını tamamlamış gidişini ayarlamıştı. Yeni bir durumla karşı karşıyaysa, istediği bir şey gerçekleşiyorsa, önem verdiği bir durum varsa mutlu bir panik havası gelirdi üstüne ya, yerinde duramaz herkesle paylaşmak ve herkesi o enerjinin içine çekmek isterdi. Gidiş hazırlıkları da öyle panik mutluluk tadında. Telefon açtı gittiği gün, herkese veda etme derdi de vardı ya öyle çok uzun bir görüşmemiz olamadı. Bütün arkadaşlarına tek tek selam söyleyip, "Annem babam size emanet, dikkat edin onlara" deyip kapamıştı telefonu. Bu görüşme son görüşmemiz oldu mutlu ve kekremsi. Onun ki istediği şeye kavuşmanın verdiği mutluluktu, benimkiyse ‘gitmek’ kelimesinde saklı olan o herşeyi düşünmenin de getirdiği buruk bir mutluluk.
Onu orada düşledim ilk gittiği zamanlarda panik hallerini, merak hallerini, sevdasına kavuşmuş mutlu hallerini. Bir ateşin başında söylemeye çalıştığı bir Kürtçe şarkıya eşlik ederken dönüp bana baktığı gibi yanında duran arkadaşın da ona gülüp gülmediğini kontrol eden hallerini. Nujin’le buluştukları anı başından geçen her şeyi tek tek anlatma çabasını, herkesi bir an önce tanıma isteğini, cin yumurtası halleriyle kişileri değerlendirdiği ve doğruluğu teyit edilince yüzündeki mutlu ifadeyi ve daha birçok şeyi…
Amara adını seçmiş kendisine. Zazaca ‘bizden biri’ anlamına gelen.
Amara bizim Amara’mız. Dağlarda geçirdiği kısa sürede taşıdığı "Ankara
ekibi" ruhuyla, yürekleri fetheden, bağlılığı ve cesaretiyle Haki’nin ,
Kemal’in yoldaşı olan Amara.
Gidişinin ardından hep daha farklı olmalıydı, böyle olmamalıydı diye hayıflanırken yine O’nun yazdığı satırlar merhem oluyor kanayan yaraya. Şöyle yazıyor günlüğünde: "Bir zaman makinası olsam, geleceğe gitsem ve kendi gözlerimle bu mücadelenin başarısız olacağını görsem bile yine de bu partiye katılır, yine PKK’liler gibi yaşamaya çalışırdım. Bence bu mücadele inançtan da öte bağlılık işi… Bir tercih…
Yaşam tercihi…Bir zorunluluk değil asla. Vicdan muhasebesi, ödenmesi gereken borç, toprağa düşen genç bedenlere ödenmesi gereken bir borç. Vicdanı olan öder, vicdanı olmayan ödemez….
Yani diyorum öleceğini bilse de O, yine gidecekti o uğruna ölümü göze aldığı yaşama, dağlara."
‘Daha laciverte daha laciverte’ ile başlayan deniz tutkusu, özgür dağlara olan tutkusuyla birleşmiş, dağlara sevdalı bir deniz kızı oluvermişti artık O. Ege’nin yiğitlik öykülerini, özgür dağların stranlarıyla birleştirmenin adı ,erken gidişine yakılan tüm ağıtların,canı taa en içten yakan sesi olmuştu artık.
Şimdi gidişinin ardından, büyük ama çok büyük bir yürek yarası bize kalan.
Yaşamı, doğallığı ve dostluğuyla bizi fetheden ceren gözlü, kocaman yürekli kızı Amara’yı çok özlüyorum, çok özlüyoruz.
Gidişinin ardından hep daha farklı olmalıydı, böyle olmamalıydı diye hayıflanırken yine O’nun yazdığı satırlar merhem oluyor kanayan yaraya. Şöyle yazıyor günlüğünde: "Bir zaman makinası olsam, geleceğe gitsem ve kendi gözlerimle bu mücadelenin başarısız olacağını görsem bile yine de bu partiye katılır, yine PKK’liler gibi yaşamaya çalışırdım. Bence bu mücadele inançtan da öte bağlılık işi… Bir tercih…
Yaşam tercihi…Bir zorunluluk değil asla. Vicdan muhasebesi, ödenmesi gereken borç, toprağa düşen genç bedenlere ödenmesi gereken bir borç. Vicdanı olan öder, vicdanı olmayan ödemez….
Yani diyorum öleceğini bilse de O, yine gidecekti o uğruna ölümü göze aldığı yaşama, dağlara."
‘Daha laciverte daha laciverte’ ile başlayan deniz tutkusu, özgür dağlara olan tutkusuyla birleşmiş, dağlara sevdalı bir deniz kızı oluvermişti artık O. Ege’nin yiğitlik öykülerini, özgür dağların stranlarıyla birleştirmenin adı ,erken gidişine yakılan tüm ağıtların,canı taa en içten yakan sesi olmuştu artık.
Şimdi gidişinin ardından, büyük ama çok büyük bir yürek yarası bize kalan.
Yaşamı, doğallığı ve dostluğuyla bizi fetheden ceren gözlü, kocaman yürekli kızı Amara’yı çok özlüyorum, çok özlüyoruz.
Giden sadece bedenin oldu.. dağlara deniz gitsin diyen senin yüreğinle yaşayan evet gerçekleri görüp kör olsaydım diyen o kadar dost bıraktın ki artında... rahat uyu ..rahat uyu amara ..
YanıtlaSil